Basketbol tarihinin en büyük isimlerinden Kobe Bryant’ın yaşadıkları, hayatı ve hatırası karşınızda.
Tam 1 sene önce, basketbol tarihindeki en büyük oyunculardan olan Kobe Bean Bryant’ı korkunç bir helikopter kazasında kaybettik. Tüm spor camiasını yasa boğan bu adam kimdi peki? Başarıları, başarısızlıkları, hayalleri, hedefleri neydi? Kobe Bryant’ın yolculuğuna başlıyoruz.
Kobe 23 Ağustos 1978 tarihinde Philadelphia’da doğdu. Babası Joe Bryant da eski bir NBA oyuncusu olduğu için basketbolla iç içe büyüdü. Daha çocuk yaştayken babası bir İtalyan kulübü ile anlaştığı için İtalya’ya taşındılar ve 7 yıldan fazla İtalya’da yaşadılar. Kobe Bryant burada İtalyancayı ana dili gibi konuşmayı öğrenecek ve NBA’deki meşhur trash-talk’larında sık sık kullanacaktı.
Lise yıllarında Amerika’ya döndüler ve Lower Merion HS formasıyla lise basketbol kariyerini sürdürdü. NBA‘deki çoğu efsanenin aksine Kobe, çağının en yıldız oyuncusu değildi. Çok çalışkan ve yetenekli olduğu tartışılmazdı ancak 1996 NBA draftında görüleceği üzere, kendisinden çok daha büyük oyuncu olması beklenilen birçok kişinin arkasında seçilecekti.
Kobe, Lower Merion forması ile Pennsylvania eyalet şampiyonluğunu kazandı ve McDonals All-American takımına seçildi. NBA takımları gözünde radara çoktan girmişti, tek sorun lise çağında olduğu için NBA ortamına ayak uydurabilecek mi sorusuydu. Charlotte Hornets takımı bu soruya çok kulak asmamış olacak ki 17 yaşındaki Kobe Bryant’ı 13.sıradan draft ettiler. Ancak Los Angeles Lakers GM’i Jerry West, Kobe’deki ışığı görmüştü ve Hornets’e takas teklifinde bulundu. Hornets ise Kobe karşılığında yıldız pivot Vlade Divac’ın kendilerine verileceğini duyunca teklifi hemen kabul ettiler. Kobe artık Lakers forması giyecekti. 17 yaşında olmasından dolayı ilk kontratına ailesi imza atmıştı.
Lakers; Shaquille O’Neal, Nick Van Exel, Eddie Jones ve Byron Scott ile iyi bir nüve yakalamıştı. Kobe Bryant daha çaylaktı ve kimse ondan 30 sayı ortalama yapmasını beklemiyordu tabii ki. İstediği ve hak ettiğini düşündüğü süreleri alamamaya başlayınca bu durum onu daha daha da çok çalışmaya itti. Sürekli maç kasetlerini izliyordu, deneyimli takım arkadaşlarından tavsiyeler alıyordu. Yıldızlardan bir olmayı kafasına koymuştu. Şampiyonluk ise beklediğinden çok daha erken gelecekti.
1999-2000 sezonunda ligin belki de en iyi oyuncusu olan Shaquille O’Neal önderliğindeki Lakers şampiyon olmuştu. Kobe Bryant playofflarda 21 sayı 4 ribaund 4 asist ortalamaları ile 2.adam rolünü çok iyi üstleniyordu. 2 sene daha bu rolde devam etti ve Lakers 3 kez üst üste şampiyon olma başarısını gösterdi. Kobe‘nin en büyük başarılarından biri, aynı zamanda kariyerini baltalamak isteyenlerin en çok kullandığı noktaydı bu, çünkü Jordan, Bird ve Magic’in aksine bu yüzükleri direksiyondayken almamıştı, asıl kahraman Shaq idi. Üstüne üstlük Shaq çok vurdumduymaz, eğlenceli, ciddiyetsiz ve deyim yerindeyse kafasına göre takılan bir oyuncuydu. Kobe Bryant bu tarz oyunculardan nefret ederdi. Onun için basketbol bir eğlence aracı değil, rakiplerini ezmek ve sanatını göstermek için kullandığı bir silahtı adeta. Bunlara rağmen spot ışıkları hep Shaq’ın üzerindeydi. Benim fikrimi soracak olursanız, ikisi de bir diğeri olmadan o şampiyonlukları kazanamazdı. Çünkü her Batman’in bir Robin’e, her Robin’in bir Batman’e ihtiyacı vardır.
Kariyerinin 8.yılında Kobe Bryant, artık oyununun yeterince piştiğini ve Shaq’ı 2.plana atmasını gerektiğini düşündü. Lakers’ın başarısını ve geleceğini kendinde görüyordu. 2003-2004 sezonunda direksiyonu eline almaya çalıştı. Shaq doğru düzgün top alamıyordu ve Kobe Bryant çok fazla zorlama şut deneyip kahraman olmaya çalışıyordu. Ancak bu planı, NBA tarihinin en güzel hikayelerinden birini yazan 2003-2004 Detroit Pistons duvarına toslayacaktı. Gerek Kobe‘ye açılan tecavüz davası, gerek direksiyonda olmak istemesi, gerek takım içi kimya sorunları derken Kobe 4.yüzüğüne erken ulaşma şansını kaybetmişti. Shaq da daha fazla dayanamayıp takasını istedi ve Kobe artık Lakers’ın lider oyuncusuydu, takımın kaderi ellerindeydi.
2005-2006 sezonunda Kobe Bryant, artık resmen bir katile dönüşmüştü. Rezalet bir kadroya sahip olan Lakers’ı 7.sıradan playoffa sokması bile büyük bir başarıydı. Sezonu da 35 sayı 5 ribaund 4 asist ortalamaları ile bitirdi. Bir normal sezon maçında da Toronto Raptors potasına 81 sayı göndererek artık ligin kralı olduğunu açıkça ispatlamıştı. Şahsen benim de izlediğim en inanılmaz normal sezon performansıydı. Playofflarda müthiş bir takım olan Phoenix Suns’a 4-3 kaybedip playoff dışı kalsalar da Kobe Bryant kendini ispatlamıştı. Şampiyonluklar da artık yakındı.
2008-2010 yılları arasındaki Batı konferansının ne kadar zor olduğunu izyene herkes biliyordur diye tahmin ediyorum. Her takım müthiş nüvelerle sahadaydı ve ellerinden gelenin en iyisini yapıyorlardı. Ancak Shaq’tan sonra yüzük alamadı dedirtmek istemiyordu. En iyi dönemindeyken alabildiği kadar yğzük almak istiyordu, bu çabası da meyvesini verdi. Pau Gasol ve Ron Artest gibi iyi takım arkadaşlarını da kullanarak 2008-2010 arası 3 senede de final oynama başarısını gösterdi, bunların 2’sinden galip olarak ayrıldı. 2 kez finaller MVP’si oldu. 2008 yılında da MVP olma başarısını göstermişti. Kobe 5 şampiyonluk yüzüğü ile havalara uçuyordu. Boston Celtcis ile olan rekabeti, 2009 finallerindeki müthiş performansı hala akıllardadır. 2010 finalleri son maçında hücum olarak çok kötü bir maç geçirse de takıma yaptığı liderlik ile seriyi almıştı. Artık oyun bilgisi o kadar yüksekti ki, ipleri ne zaman sıkıp ne zaman gevşeteceğini çok iyi biliyordu. Oyuncudan çok bir figür haline gelmişti artık.
2013 yılına geldiğimizde Mamba artık yaşlı bir oyuncuydu ama ne olursa olsun pes etmek istemiyordu. Bu senelerdir alacağı bir yüzük kariyeri için muazzam bir sükse olurdu. Ancak 12 Nisan günü Golde State Warriors maçında aşil tendonunu kopardı, ona rağmen sahaya geri döndü ve 2’de 2 serbest atış isabeti buldu ancak sezonu kapattı. Aşil tendonu sakatlığından dönen her oyuncu gibi, o da döndüğü zaman eski gücünde ve formunda olamadı hiçbir zaman. Ancak ne olursa olsun hep elinden gelenin en iysini yapmaya çalıştı ve her maçı 6.viteste oynadı.
2016 yılındaki Utah Jazz maçı ile emekli olacağını açıkladı. Herkes Kobe‘yi son kez alkışlamak için Staples Center’ı doldurdu. O gün ayrıca Golden State’in 73 galibiyete ulaşıp ulaşamayacağını gösterecek olan Memphis maçı ekranlardaydı ama kimsenin umurunda değildi, Kobe‘ye veda maçı daha önemliydi. Kobe son maçında – özellikle son çeyrekte muazzam oynayarak – tam 60 sayı attı ve takımına son kez maçı getirdi. Maç sonu herkes ayaktaydı ve Mamba’ya saygı ve sevgilerini gösteriyorlardı. Onun günüydü. Lakers formasıyla son kez yaşlı bir aslan gibi kükremişti. Kariyerini “Mamba out!” diyerek sonlandırdı. 24 ve 8 numaralı formaları da Staples Center’ın tavanında sonsuza kadar duracaktı.
Şimdi de Kobe‘nin kariyerinden çok kişisel başarılarına ve mentalitesine değinmek istiyorum.
Kobe Bryant, 11 kez yılın en iyi takımına, 9 kez en iyi savunma takımına seçildi, 2 kez sayı kralı oldu ve 18 kez All-Star olma başarısı gösterdi. 2 kez de Olimpiyat altın madalya sahibi oldu. Kendisi her zaman son derece rekabetçi, hırslı ve yenilmeyi reddeden bir oyuncu oldu. Eli kırıkken bile tek elle çalışan, olimpiyatlarda bile sabah 5’te kalkıp antrenman yapan çok nevi şahsına münhasır bir oyuncuydu. Kendisini diğer basketbolculardan ayıran en temel fark da buydu zaten. Zen felsefesini öğrenen ve Mamba Mentalitesi adını verdiği yılmak bilmeyen yapısı onu Kobe Bryant figürü haline getiren şeyler oldu. Oyuncunun konsantrasyonunu düşürmeyi amaçlayarak yaptığı trash-talklar ile de meşhurdu. Sırf karşı takım ne dediklerini anlamasın diye takım arkadaşı Sasha Vujacic ile konuşabilmek için Slovence öğrenen bir oyuncudan ne beklenirdi ki zaten?
Kobe Bryant; Jayson Tatum, Trae Young, Devin Booker, Kyrie Irving, Giannis Antetokounmpo gibi birçok NBA yıldızına da gerek kişiliği gerek mental gücü ile akıl hocalığı yapmış, onlara ışık kaynağı olmuştur. Kendi pozisyonunda oynayan çoğu oyuncu Kobe’nin stilini ve çalışma ahlakını örnek almaya çalışıp, onun gölgesinden gitmeye çalışmışlardır.
Kendisi her ne kadar artık bu oyunun ve hayatın parçası olamasa da, ilham verdiği gençler ile adı ve oyunu sonsuza kadar yaşamaya devam edecek.